1933 Manisa doğumluyum. İlkokulu takiben Manisa Erkek Sanat Enstitüsü okudum. İkinci dönem talebesi olarak Tesviye-Torna 4’üncü sınıfı (dâhil) okudum ve 1950 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne katıldım. Sanat Okulunu bitirmeden ayrılmamın nedeni o yıllarda Türkiye çok fakir bir ülke idi. Bunun en belirgin nedeni, ülkemizde başta enerji olmak üzere ne ulaşım ne de iletişim yok denecek kadar az idi. Dolayısıyla sanayi yoktu. Tarım, hayvanların ve de insan gücü ile aile bünyesinde küçük ölçekte yapılmaktaydı. Toplu iğne dahi dışarıdan gelmekteydi.
Geleceğimi düşünerek TSK’ ya katılmak zorunda kaldım. Rahmetli babam orduya katılmamı hiç ama hiç istemedi. Çocukluk ve gençlik arasında bir yaştaydım. Ne denli hata yaptığımı TSK’den emekli olduğum 1972 yılından sonra anladım.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde geçen 22 fiili yıl süresince, hiçbir zaman sıradan bir astsubay olmadım. Çoğu zaman rütbemin üstünde ve de üst rütbeli subayların görevleri ile istihdam edildim. Silahlı Kuvvetlerde bulunduğum tüm görevlerimde hiçbir zaman Kanun Emir ve Talimatların dışına çıkmadım. Ordudaki hiyerarşi ve disiplini gerekli görüyor ve seviyordum. Kendimde disiplin kurallarına riayet eder ve astlarımdan bunu isterdim. En gurur duyduğum görev; Bu günlerde Ege Ordu Komutanlığının kurulmasında temel taşı olan 28’inci Topçu Alayının oluşmasındaki personel, silah, araç ve gereç kadrolarının hazırlanmasında, Tugay Kurmay Başkanının nezaretinde yaptığım çalışmalar olmuştur. Benim içinde Türk Silahlı Kuvvetleri hep Peygamber ocağı olmuştur ve olmaya da devam edecektir.
Bu ocak öyle bir ulvi ve kutsi değere sahip ki, rütbesi ne olursa olsun erinden Genel Kurmay Başkanına kadar her kim görevinin dışına çıktıysa, görevini ve rütbesini her türlü seviyede suiistimal aracı yaptı ise Yüce Allah (C.C) onların bu yaptıklarının bedelini hem bu dünyada hem de uhrevi âlemde ödetiyor. (Bu konuda şüphesi olan yakın tarihimize baksınlar).
TSK’den 1972 yılında emekli olduğumda 39 yaşındaydım. Çalışmam gerekiyordu. Başkasının buyruğu altında çalışmak istemiyordum. Çünkü ömrümün en güzide yılları böyle geçmişti. Ne yapabilirdim sanatı seviyordum. Bir maddeye şekil vererek onu insanların istifadesine sunmak bana zevk ve heyecan veriyordu. Düşündüm… Elimdeki modeli imkânlar çok kısıtlıydı. Küçük sanayi işletmesi alanında bir şeyler yapmam gerekiyordu. Benim için bir küçük atölyede uğraş vermek en doğru olanı olacaktır dedim ve o günün şartlarında ihtiyaç olduğuna inandığım silah tamirciliğini yapmaya karar verdim. Esasen 1960 yılından beri Kara Av Sporunu yapmaktaydım. Elimde kullandığım vasat bir tüfek vardı ve çoğunlukla hemen hemen her avcının kullandığı yivsiz tüfekler bu seviyedeydi veya ben böyle zannediyordum. Zaman zaman kendi tüfeğimi söküyor bakım ve ufak tamir işlerini yapabiliyordum. Tüfek tamirciliği cesaretini buradan aldım. 1973 yılbaşında Bornova’da küçük bir dükkân kiraladık ve gerekli takımları da alarak işe başladım. Bu tamircilik konusunda benim bir ustam yoktu, dolayısıyla açıkça ifade edecek olursam ben tüfek tamirciliği konusunda o gün için %5 bilgiye ve de deneyime sahip değildim. Ne var ki acemi nalbant misali başladığım bu işi çok sevdiğimden ve de başarma konusunda çok istekli ve azimli olduğumdan bir yıl içinde kazandığım bilgi ve beceri sayesinde ismim Bornova’nın dışına taşarak müteakip yıllar içinde Ege Bölgesinde bu camiada bilinen ve aranan usta haline geldim. Hemen ifade edeyim ki tamir veya yenileştirme yaptığım her silah işçiliği benim için namus ve şeref anlayışı olmuş ve o iş benim efendim ve ben de o işin kölesi olarak 21 yıl bu uğraşı sürdürmüş oldum.
Silah tamirciliğini sürdürdüğüm bu süreç içinde 1985 yılında Tarımsal Aşı Makineleri ile tanıştım. Asma fidancılığı yapan rahmetli bir dostum benden, Avrupa’dan getirttiği bir makineden 4 adet yaptırmamı istedi. Makine imalatı ile uğraşan tanıdık ustalara bu iş için teklif götürdüğümde her biri ayrı ayrı çok farklı ve yüksek fiyatla yapabileceklerini gördüm. Kendi yaptığım işle mukayese yaptığımda benim verdiğim uğraş daha hassas işçiliği gerektiriyordu ve ben bu kadar kazanç sağlayamıyordum. Aşı makineleri ise yapamayacağım bir iş değildi. Hemen karar verdim ve küçük bir aparat tezgâh yaparak makine imalatına başladım. 2 aylık bir uğraştan sonra 4 adet makine yapmayı başardım. Makineleri teslim ettiğimde benim yaptığım aşı makinelerinin arasına Avrupa’dan gelen makineyi de koyarak rahmetli fidancı dostuma bunların hangisi Avrupa makine dediğimde, makineleri yakından inceledikten sonra benim yaptığım makinelerden birini alarak işte Avrupa makine bu dedi. Yanıldığını söylediğimde beni terbi etmekten kendini alamadı.
Aşı makinesi, imalatımın çok kısa zamanda özel ve resmi sektörde duyulması ile ben tüfek tamirciliğini bırakarak sipariş üzerine makine yapmaya başladım. İlk bir yıl böyle geçti. 2’nci yıl aşı döneminde kontrol ettiğim makinelerde ufak tefek deforme oluşumları tespit ettim. Olmaması lazımdı. Çünkü gerek işçilik olarak ve gerekse malzeme olarak kalite yönünde özen göstermiştim. Yaptığım incelemede deforme olma sebebinin işçilik ve malzemeden değil makinenin tasarımından ve proje hatasından kaynaklandığını gördüm. İşte o zaman, sağlam ve daha kaliteli ayrıca ayar gerektirmeden kullanılacak bir makinenin nasıl olması gerektiği konusunda uzun süre düşünerek yeni bir makine projesini çizerek ortaya çıkardım. Müteakip yıl 1 prototip makine yaparak aynı dostuma deneme çalışması yapması için verdiğimde, yaptığı deneme çalışmasında makineyi çok beğendiğini ve hemen 6 adet sipariş vermek istediğini belirtti. Böylece Omega Aşı yapan yeni model ilk Türk makinesini yapmak bana nasip oldu. Yıllar boyu, Türk asma fidancılığı ile iştigal eden Özel Sektör ve Tarım İl Müdürlükleri ile öğretim amaçlı olarak da üniversitelerin ilgili Tarım Fakülteleri benim bu makinelerimi alarak faaliyetlerini sürdürebilmektedirler.
1995 yılında büyük oğluma Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Türkiye’nin en büyük Asma Fidanı üreten şirkette 10 yıl sürecek Makine ve Ekipman Sorumluluğu görevine başladım. İşe başladığımda yapılan fidan üretimlerinde aşı tutma randımanının çok düşük olduğunu gördüm. Bunun nedenlerini araştırdığımda değişik faktörler yanında aşıdaki kaynaştırmanın yetersiz olduğunun da çok önemli boyutta olumsuz etkenliğinin rol oynadığını öğrendim. Genel şirkette mevcut teknik üst düzeyli personele ve gerekse de koordinatör konumundaki akademisyenlere bu Omega aşısına alternatif aşıların olup olmadığını sorduğumda cevap olarak makine ile ancak en seri bu aşı yapılabiliyor. Bütün dünya bunu kullanıyor, diğer el ile yapılan aşı ile üretimler hem maliyet ve hem de üretim miktarı üzerinden yetersiz kalıyor diye ifadelere şahit oldum. İşte o zaman alternatif bir aşı nasıl olmalı ve bu aşıyı yapacak makine nasıl yapılmalı diye günlerce süren arayış ve düşünce içine girdim. Nihayet yongalı göz aşı diye isimlendirilen aşı türünü ve bu aşıya ait makineyi birkaç aylık çalışma sonunda muvafakat oldum. Bu tür aşının uygulaması ayrı bir fidan yetiştirme tekniği istediği sonraki yıllarda yapılan çalışmalar ile ortaya çıktı ve Omegada ortalama %40’ı geçmeyen tutma oranı bu aşı ile bu oranın 2 katına çıkarıldığı bizzat yapılan uygulamalar ile görülmüş oldu.
Fidan Üretim Şirketinde fidan üretimi ile ilgili Tarımsal Makine ve ekipman noksanlıkları zaman içinde kendini gösterdiğinden bu noksanlıkları gidermek üzere ve de hem sağlıklı ve hem de tutma oranının yükseltecek ve üretim rekoltesini arttırmak maksadı ile nelerin yapılması gerektiği tespit edilerek gerek araştırma safhasında gerekse araziye veya seraya dikim ve yetiştirme ile değişik makine ve ekipmanların oluşturduğu makine parkına sırasıyla, yeni aşı makineleri, kalan çelik kesme makineleri, göz köreltme, talaş karıştırma, termoterapi, parafin eritme kayanları, fidan dikim yeri hazırlama, yaz budama, yaprak sıyırma ve fidan söküm makineleri gibi fidancıların çoğunun bilmediği ve de görmediği değişik birçok makine ve ekipmanı bu süre içinde yaparak hizmete sokmakta, entegre bir tesiste dünyanın bildiği 600.000 Adet/Yıllık üretimi 1.000.000’nun üstüne çıkarmak gibi bir başarının altına imzamı atmakta bana nasip olmuştur.
Ayrıca bu süreçte bağ tesis etmek için fidan almaya gelen birçok çiftçinin benden ayrı bir isteği olan el ile çalışır ve aşıyı kendi yapan el aşı makinesini dünyada bir ilk olarak yapıp hizmete sunmuş olmakla da arıca gurur duyduğumu belirtmek isterim.
Bugün için 30 yılı aşkın bir süredir devamlı uğraş verdiğim aşı makineleri üzerindeki çalışmalarım ile değişik türde hem bağ ve bağ fidanları için ve hem de tüm meyve fidanlarını aşılayıp yetiştirmeye yönelik 12 ayrı türde gerek el ile gerek pedallı ve gerekse yarı otomatik motorlu çalışan aşı makinelerini üretim yapar duruma gelerek tarıma hizmet verebilmenin mutluluğunu bana bahşeden Rabbime şükürler olsun diye dua ediyorum.
Ömrümün 83 yaşını bulduğu şu günlerde; bugüne kadar uğraş vererek ortaya çıkardığım tüm buluş ve projelerimin hepsinden önemli yeni bir proje üzerinden çalışmakta olduğumuzu ve bu projenin de tasarım ve düzeyinin tarafına ait olduğunu belirtmek isterim.
Ülkemizde tarım ürünlerinin yeterli düzeyde ve rekoltede üretilmesinin önünü kesen ve en büyük zararı oluşturan bir doğa olayı var ki biz buna don olayı diyoruz. Tarımda mevcut uzun ömürlü tüm meyveleri bahar mevsiminin girmesi ile başlayan uyanma aşamasında zuhur eden sıfır altı soğuklara karşı son derece hassas ve duyarlı olduklarından donmakta ve de %50’leri aşan oranda ürün zayiatı vukusu bulmaktadır. Don olayına karşı pratikte uygulamaya çalışılan sisteme, yağmurlama ve de sigortalama işlemleri bu doğal felakete çare olamamaktadır. Dünyada bazı ülkeler bu konuda 70 yılı aşkın bir süredir yaptıkları çalışmalarla çare olarak rüzgâr üreten makineleri bulmuş ve kullanır duruma gelmiş bulunmaktadır.
Bizim bu konuda getirdiğimiz yenilik aynı sistem rüzgâr makine tarımın hem çiftçimizin alın gücüne ve hem de sahip olduğu arazi büyüklüğüne uyum sağlayacak boyutta makineler yapmak ve de bu makineleri çiftçimizin elinde bulunan traktörler ile çalıştırılmasını sağlamış olmamız olacaktır. Halen 2016 yılı bahar soğuklarından korumaya karşı kullanılacak olan ilk prototip rüzgar makinesini bu işe gönül vermiş sanayici dostlarınızla yapmaya başlamış olduğunuzu müjdelemek isterim. İnancım o ki önümüzdeki orta ve uzun vadede bu makinelerin değişik boy ve etkinlikteki türlerinin yapılarak tarım arazileri bağ ve meyve bahçe kurulması ile her yıl bu yüzden zayi ettiğimiz milyonlarca ton ürün kaybının önüne geçilerek vefakâr çiftçi kardeşlerimizin yüzü gülecek ve hem de milli hâsılaya milyonlarca TL katkı sağlanarak ülkemizin ekonomik gelişmesine çok büyük katkı sağlanmış olacaktır.
Tarım makine ve ekipmanları ile ilgili çalışmalarımızın yanında 10 yıla yakın bir süredir üzerinde çalışarak başarılı sonuç elde etmeye muvaffak olduğumuz diğer bir çalışmalar da orta gerilim elektrik enerji naklinde kullanılan “XLP” kablolarının başlık takılmasına yarayan uç açma işlemini yapan manüel ve otomatik çalışan makineleri yapmış olmamızdır. Bu konudaki AR-GE çalışmalarımız da devam etmektedir.
Buraya kadar ömrümü geçirdiğim yaşam evreleri ve de uğraş verdiğim hayat mücadelesinden kesitler verdim. Şimdi ise hayatım boyunca sosyal yaşamla ilgili yönümü belirtmek isterim.
1954 yılında görücü usulü ile yine Manisalı olan rahmetli eşim Ayten Hanım ile evlendim. O günün şartlarında çok sıkıntılı maddi olanaksızlar içinde oluşturduğumuz bu evliliğimizin ilk mutluluğunu 20 Kasım 1955 de doğan oğlum Hakkı Şafak Ses oluşturdu. Geliri mütevazı bir maaş olan yuvamızda mutlu ve huzurlu geçen yıllar içinde Anadolu’nun değişik bölgelerinde görev nedeni ile bulunma ve yeni insanlar tanıma olanağına kavuştuk. Polatlı da bulunduğumuz zaman diliminde 10 Haziran 1963 yılında İsmail oğlumun dünyaya gelmesi ile ailemiz 4 nüfuslu bir aile oldu. 1966’da İzmir Bornova 1971’de Erzurum görev yerlerim oldu ve 1972 sonunda emekli olarak Bornova’ya ikinci kez gelerek yerleştik. Arsa karşılığı edindiğimiz ilk kendi evimize 1975 yılında kavuştuk. 2009 yılına kadar devam eden Bornova ikametimiz aynı yıl Manisa’ya gelerek ecdat yerimizde olan doğduğum yere tekrar dönmüş bulunduk. Eşimin rahatsızlığı nedeni ile kendisi 10 Ocak 1914 günü hakkın rahmetine kavuştu. Yalnızlığa dönüşen hayatıma halen oğullarımın ve de gelinlerim olan kızlarımın yalın ilgi ve sevgileriyle beraber her biri ayrı bir değer alan kıymetli torunlarımın bana gösterdikleri saygı ve sevgileri ile teselli bularak kalan ömrümü tamamlamasını Allah (C.C) den dilemekteyim.
İnançlı bir insan olarak ve de inancımın bir gereği olarak 1999 da hac ziyaretimi ve ibadetimi yaptım. Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’i kendi gayretim ve kimseden ders almadan öğrendim ve bugüne kadar son 7 yıldır her gün okumak suretiyle de 32’inci hatmi şerifini ifa etmekteyim.
Allah (C.C) den dileğim o ki hak vaki oluncaya kadar hem insanlara hizmet yönüyle dünya için hem de imanı kâmil olmak üzere Ukbe için yaşamayı nasip etsin. Amin.